aldanis

Aldanış

Sevgili oğlum, daha sen bu dünyaya gelmeden senin için hayatta edindiğim tecrübeleri kendi penceremden kısa kısa notlar düşerek anlatmak, sana klavuz olmak istemiştim. Fakat sanırım bunları sen okuyamayacaksın.

Annene kandım, aldandım. Ona güvenip her şeyimi tüm şeffaflığı ile paylaştım. Onunla özel bir ilişkimiz olduğunu sandım. Birbirimize verdiğimiz sözleri tutuyoruz zannettim. Senin için annenle sırt sırta verip dünyayı daha yaşanılabilir hale getirebileceğimizi düşünüyordum.

Fakat bunların hiç biri gerçek değilmiş. Eğer bu dünyaya gelseydin sana verebileceğim en büyük tavsiye kendinden başka hiç kimseye güvenmemen olurdu. Çünkü kimse kimsenin umrunda değil. Herkes ne yapıyorsa kendisi için yapıyor. Bir başkası için yapıyormuş gibi görünse bile yine ya vicdanını rahatlatıyor yada hatalarının verdiği yükü hafifletmek için yapıyor. Birilerini kurtaracağım derken de diğerlerini harcıyor.

Buralar aç gözlü, sapkın ve vicdansız insanlarla doldu oğlum. Haysiyetsiz, beyin yıkayıcı, dolandırıcı, kolay para peşinde koşan, köle gibi bedava insan çalıştırıp çalışanların haklarının ödemeyen, fiziksel veya mental şiddeti kendinde hak gören, hakaret eden, yozlaşmış, evli bile olsa başkalarının eşinde gözü olan, para hırsı bürümüş, aile değerlerini hiçe sayan insanların amaçsızca yaşadığı boktan bir dünya oldu burası.

En yakınım dediğin insanların seni sırtından bıçakladığı, birlik olmaya çok uzak, yarını düşünmeden hareket eden kayıp bir nesil hakim dünyaya. Zaten böyle devam edersek de neslimiz tükenecek. Üremek için de elverişli bir ortam yok.

Neyseki arada saflığı bozulmamış küresel hedefler için mücadele eden insanların olduğunu görmek umut veriyor fakat onların da işleri gerçekten çok zor. Birileri şuursuzca ve hızla bozmaya devam ederken birileri de onarmaya, iyileştirmeye çalışıyor. Zaman daralıyor, dünya elden gidiyor, kimsenin umrunda bile değil. Dünyadaki herkes tek bir ağaç dikse dünya değişir ama kimsenin yaralı parmağa işemiyor. Gerçekten çözüm üretmeye çalışan, en azından mücadele eden kişi sayısı çok az, destekçilerin bir çoğu da gösteriş derdinde, maalesef büyük bir kısmının ise dünya ahiret umrunda değil.

Ben Annene aldandım oğlum, onun bir kardelen çiçeği olabileceğini sandım. En yakınım dediğim arkadaşlarından “bunu bana asla yapmaz” dediğin insanlara bile tam olarak güvenme oğlum, çünkü yapabilir. Babam ve annen için bile “böyle biri değillerdi bu nasıl oldu?” deme oğlum, oluyor. Kendine olan güvenini koruyabilmek için de hem kendini hem de çevrende olanları hep sorgula. Öz güvenini geliştirebilirsen başkalarının güvensizlikleri seni yıkamaz.

Sözün senet olduğu medeniyet seviyesi yüksek bir toplundan, imzanın yalan olduğu materyalist bir topluma dönüştük. Tarihimizi, kültürümüzü, köklerimizi, duygularımızı ve en önemlisi inancımızı kaybettik.

Bu dünyada canlı canlı kavruluyoruz, haberimiz yok. Havamız kirleniyor, suyumuz kirleniyor, toprağımız ölüyor, ürettiklerimizle ve yediklerimizle kendi kendimizi zehirliyoruz. Kimyasal saldırı altındayız. Kimyasal ilaçlar kullanmadan hayatta kalamıyoruz. Sözde ömrümüzü uzatırken yaşarken ölüyoruz. Muhteşem teknolojiler geliştirip saçma sapan işler için kullanıyoruz. Affedildikçe kendimizde daha beterini yapma hakkı buluyoruz. Her şeyi bok ettikten sonra da kaçacak delik arıyoruz.

Anneni gerçekten sevdim oğlum. Önce arkadaşça sevdim, içini sevdim iletişimini sevdim. Sonra arkadaştan da öte sevdim, kendimi verdim. O da beni sevdi biliyorum. Sevmek yetmedi, saygı bitti. İşlerimize odaklandık, aile olmayı beceremedik, başkalarından hoşlandık, bağrıştık birbirimizi hırpaladık, adeta bu ilişkiyi bitirmek için savaş verdik ve en sonunda aldatılarak her şeyi yıkıp attık.

Tüm bu yaşananlar ilk başta ilgimi çekmek için sandım, kıskandım fakat en sonunda defalarca aldandığımı fark edince tiksindim. Fütursuzca içilen alkol ve sigaraya olan bağımlılığın bir insanı ve bir ilişkiyi bu kadar rencide edici bir hale nasıl getirebileceğini tahmin edemezsin. Alkol ve sigaradan tamamen uzan durulması gerektiğini anladım. Şuurunu kaybedecek kadar içmek, sigara bağımlılığına dur diyememek kadar aciz bir durum yok. Umarım bundan sonrası için annen de bende yeni hayatlarımızda iyice silkelenip doğanın iyileştirici gücüyle rehabilite olabiliriz.

İyiki doğmadın oğlum, biz senin annen ve baban olamadık, seni bu dünyaya getiremedik. Bundan sonra hayat bize ne getirecek yaşayıp göreceğiz.

Bizi merak etme,

Baban

Oluş

Oluş

Yüce ulu bir güç sonsuz bir boşluğun içinde zamanla birlikte var olan her şeyi ve seni yarattı. Buna ister Allah, ister Tanrı, ister Enerji, istersen de Evren sen ne isterse onu de eğer bugün nefes alan bir bedenin ve ruhun varsa ve bir aradaysa artık var oluşunu inkar edemezsin.

Bükülebilen bir zaman içerisinde artık kendi hayatı şekillendiren yaratıcı sensin. Kendi sınırlarını veya sınırsızlığını belirleyen sensin. Var oluş amacını veya amaçsızlığını belirleyen, bu doğrultuda adımlar atan sensin. Yolunu ve yolculuğun sonuçlarını belirleyen sen olacaksın. Bu yolculukta kendini gerçekleştirmek için atacağın ufak adımlarla uğraman gereken duraklar neyse vazgeçmeden ilerlemek, beklemek veya yolunu değiştirmek senin elinde. Kendi hayatını tamamlayana kadar durmak imkansız artık.

Bilgi

Bilgi

Her şeydir. Sen bildiğin kadarsın oğlum. Bildiklerin seni sen yapıyor. Okudukça öğreniyorsun, öğrendikçe daha çok okuyorsun. Artık bilgiye ulaşmak çok kolay. Her şey elinin altında duruyor. Eskiden insanlar okuyacak kitap bulamazken, bir dönem tüm kitaplar yakılmaya çalışılmış. Şimdide bilgi kirliliği yayarak okunması gerekenleri ört bas etmeye çalışanlar var. Bilgi kaçınılmazdır! Bilgi her yerdedir kızım, sen yeterki bakmasını bil.

Her baktığını görmek yada her gördüğüne inanmak zorunda değilsin. Mutlaka seni sen yapan filtrelerin olsun. Hayır demekten korkma. Kapıları da sert kapatma. Gerekirse karanlık bir odada kendine bir süre zaman ayır, dinle içinden gelen sesleri. Onları yargılama, olumlu – olumsuz diye etikeleme, doğru yanlış kefesine koyma, sadece kulak ver ve geç gitsin. Takılma!

Sakın unutma, tüm bu öğrendiklerini, okuduklarını, deneyimlerini yani bilginin ve bilinmezliğin limitlerini aşmak için hayal gücününü kullanabilmelisin.

Eşitlik

Sevgili Oğlum,

Ben henüz orta yaşlardayım, sense daha ortada yoksun bile. Yaşadığım süre boyunca soruyorum, sorguluyorum ve bazı konularda zihnim berraklaşıyor ve hayatın muhteşem düzeni ve bir dengesi ile ilgili farkındalığım giderek artıyor. Bu öyle bir denge ki sistem aslında herkes için tamamen adil ve eşit bir şekilde işliyor.

Biz insanların yasalarla, kurallarla, vicdani duygular veya herkesin kendine değer biçtiği çalışma saatleri karşılığı aldığımız para ile şekillendirdiğimiz yaşam standartlarındaki eşitlik durumundan çok daha kapsayıcı bir ve adalet mekanizması düşün. 

Merak ettikçe, keşfettiğin keşfettikçe daha çok merak ettiğin bir oluşumun içerisindesin. Aklına bir sürü soru geliyor ve tüm soruların cevabına ulaşmak mümkün. Bunu şimdikinden çok daha gelişmiş bir Google’da araştırma yapıyormuş gibi düşünebilirsin. erişebileceğin bilgiler sınırsız ve oturup tek tek hepsini okuma şansın olmayacak. Nerden ne çıkacağı belli olmaz deyip her şeyi okumak da isteyebilirsin bunda yanlış bir yok elbet. Eğer ne aradığını biliyorsan soruları doğru sorduğun zaman cevaplara ulaşmak daha çabuk ve kolay olacaktır. Aklımızda milyarlarda düşünce, fikir, düş, plan, anı geçiyor. Hepimiz kendimizi ve çevremizde olan biteni keşfediyoruz ve keşfimizi kolaylaştırmanın yöntemlerinden biri soruları doğru sormak.

Hepimizin belli bir günlük enerjisi var ve önemli olan bu enerjiyi verimli şekilde kullanabilmek. Hayat karşına her zaman geçmişi, geleceği ve şimdiyi sunacak. Geçmişte yaşanan yanlışları veya olumsuzlukarı hata olara görme onları tecrübe olarak al ve devam et, gelecek ile ilgili de her zaman hayaller kur ama o hayalde takılıp kalma hedeflerine ulaşmak her zaman zaman alacak. Andayken küçük adımlar, minik cümlerler kurar kende enerjini olmasını istemediğin şeylere harcamak çok faydalı olmayabilir. Yani mümkün olduğunca olmasını istediğin şeylere yoğunlaş. Onları düşün, onlar hakkında konuş, onalar hakkında yaz.

Hayata kimin çocuğu olarak gelirsek gelelim, yaşam şartlarımız, o anki koşullar her ne olursa olsun, bir hapiste veya komada bile olsan düşlemene kimse engel olamaz. Ve sen düşlediğin anda bulunduğun koşullarının hiç bir önemi olmayacak. Durum ve koşullar her zaman değişecek ve ya hayat seni oradan oraya savuracak yada sen hayatının kontrolünü eline alıp dümeni kırmayı, rüzgarı arkana almayı bileceksin.

Kurduğun her hayal gerçektir diye bir durum söz konusu değil, ve iyi ki de değil. Düşünsene birine bir anlık kızdığında bazen sinirden, öfkeden neler aklından geçiyor. Bir iki saat sonra sakinleyip tekrar baktığında aslında olayı ne kadar abarttığını anlıyorsun. Aynı şekilde seni aşırı derecede heyecanlandıran bir şey için de bir anda çok uçuk hayaller kurabilirsin ancak bir iki saat sonra tekrar düşündüğünde aslında çok da heycan verici gelmeyebilir. İşte evrensel eşitlik ve oluş sisteminde düşlerinden emin olman için aslında sana bir güvence sağlayan bekleme süreci veya bir sigorta mekanizması bulunuyor. O yüzden çocukça ve sınırsız hayaller kurmaktan asla vaz geçme ancak kurduğun düşlerin gerçekleşmesi için bir zamana ihtiyacın olduğunu da unutmadan sabırlı ol. İçinde bu hayalini gerçekleştirecek inanç bağı varsa hiç kimsenin buna engel olamayacağını her zaman hatırla.

Şeffaflık

Şeffaflık

Sevgili Evren, bakıyorum da artık kimsenin kurumlara veya birbirlerine pek fazla güveni kalmamış. Hepimizi ilgilendiren ortak konularda bile herkes hile yapmanın, gerçekliği çarpıtmanın peşinde koşuyor. Hatta kimse kimseye dobra dobra düşüncelerini, fikirlerini, duyguları ifade edemez olmuş veya oldurulmuş.

İnsan olarak tek başımıza yaşamaktansa birlikte yaşayıp toplumsal olarak uyum içerisinde hareket etmeye çabalıyoruz. Tabi çok seslilik gelişimimiz için çok büyük katkılar sağlasa da zaman zaman dalgalanmalar yaratabiliyor ve dengelenmek biraz vakit alabiliyor. Eskiden toplumlar belki daha  hızlı kararlar almak için yanlış veya doğru fark etmeksizin tek bir kişinin dediğini yaparak hareket ediyordu. Artık bunun yerine hepimizin bir arada yarattığı kollektif zekamız ile hareket ederek çok daha doğru ve sağlıklı sonuçlar elde edebildiğimizi fark ediyoruz. Bir elin nesi var iki elin sesi var düşüncesi ile bu doğrultuda ilerlemeye çalışıyoruz veya arzu ediyoruz. Oğlum, eğer bana sorarsan teknoloji biz insanların, her bir bireyin düşüncesini, fikrini, görüşünü paylaşabileceği ve bu düşüncelerden ortak paydalar çıkarabilmemiz konusunda biz insanlara yardımcı olan en iyi araçlardan biri olarak kullanılacak, hatta kullanılıyor. Bizler bu bilgiliyi daha verimli kullanmayı başardığımız zaman ise birçok sorunu ölçülebilir şekilde çözümleyebileceğimize inanıyorum.

Sana, yakın zamanda ülkemizde ve belki de bir çok başka ülkede de yaşanan bir güvensizlik sorunundan bahsetmek istiyorum. Toplumsal olarak ahenk içinde hareket edebilmek için her ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de görüşleri temsil eden siyasi partiler bulunuyor ve biz vatandaşlar olarak belirli aralıklarda görüşlerimizi en iyi şekilde temsil edeceğine inandığımız kişilere veya partilere oy veriyoruz. Ancak son seçimde verilen oyların doğruluğu hakkında kime oy vermiş olursak olalım bir çoğumuzda “Acaba bu oylar hatasız sayılabiliyor mu?”, “Hile yapılıyor mu?”, “Oy kullanan kişi sayıları tutarlı mı?”, “Çuvallar değiştiriliyor mu?” gibi birçok soru işareti belirmeye başladı, tüm bunlar da seçim siteminin güvensizliğine sebep olacak düşünceler ortaya çıkardı. Bana sorarsan oğlum, sadece bir iki kişinin değil bir çok kişinin kafasında bu kadar çok soru işareti beliriyorsa toplum olarak durup bir düşünmemiz ve oylama sitemini daha güvenli bir hale nasıl getiririz diye bir düşünmemiz lazım.

Hayatımızın her alanında teknolojiden bu kadar faydalanırken, fikirlerimizi temsil edecek kişileri seçerken neden hala binlerce kağıt basmak ve bu kağıtları çuvallara doldurup birde ağzını mumla mühürlemek gibi ilkel yöntemlere baş vurduğumuzu açıkçası hiç anlayamıyorum. Evet kabul ediyorum, bu yöntemler bu güne kadar seçimlerde kullanılmış ve işe yaramış olabilir ancak günümüzde bunu çok daha kolay ve güvenilir bir şekilde yapabilme imkanlarımız varken neden hala eski alışkanlıklarımızdan vazgeçerek yenilikçi çözümler üretmeyelim?

Üstelik şimdilerde “Dijital Devrim” olarak nitelendirilen blockchain teknoloji gibi bir teknoloji gün yüzüne çıkmışken bu teknolojiyi neden oylarımızı kullanırken kullanmıyoruz diye uzun süredir düşünüyorum. Bunu düşünüyorum çünkü toplumlar farklı görüşleri bir arada barındıran ve birbirine güvenen insanlar bir arada yaşadıkları için toplumdur.

Oğlum Evren, çok basit bir şekilde sana blockchain teknolojinin özünde nasıl çalıştığını anlatmaya çalışacağım. Diyelim ki oy kullanmak için mahallemizdeki bir okula gittiğimiz zaman elimize bir zarf ve mühür verip karşımıza da bir sandık koymak yerine. Elimize akbil veya RFID’li bir kart verseler, kapalı bir kabine girdiğimizde ise karşımıza bir ekran çıksa. Bu kartı okutarak ekranda oy vermek istediğimiz partilerin isimlerini görsek ve sadece bir tanesine tıklayabilsek. Bu işlem anında tüm partilerin veritabanlarına aynı anda şifreli olarak gönderilse nasıl olurdu? Eyvah eyvah hiç şey olur mu? Her yerde Hackerlar var, ya sisteme girip silerlerse, değiştirirlerse veya bozarlarsa diye düşünüyor olabilirsin. Ki böyle düşünmekte çok haklısın. Ancak diyelim ki ülkemizde 10 farklı görüş ve bu görüşleri temsil eden 10 tane parti var. Oyları daha kullandığımız anda, yani hiç bir sandığa veya çuvala koyup güvenle seçim kuruluna ulaşacak mi diye takip etmek zorunda kalmadan, anında bu 10 partinin de veritabanına aynı anda gönderilecek. Seçim bittikten sonra bu bilgiler sayılı bir şekilde dağıtılmış olur ve her parti kendi veritabanında toplanan bilgileri korumak için çeşitli güvenlik önlemleri alır. Ancak yine de belki bir iki veri tabanı yapılabilecek bir hacker saldırısına karşı koyamadan bozulabilir veya değiştirilebilir. Bu durum gerçekleşse bile bence korkacak bir şeyimiz yok çünkü geriye elimizde hala birbiri ile birebir aynı ve sağlam 8 tane veritabanı kalmış olur. İşte Blocakhain teknolojisi tam bu aşamada fark yaratarak bu verileri sadece partilerin kendi merkezi veritabanında değil hepimizin bilgisayarlarını kullanarak dünyanın her yerine ve herkesin erişebileceği şekilde ve verileri bir daha değiştirilemeyeceği şekilde mühürleyerek evrene veya buluta dağıtıyor. Ve bunu yapabilmek için kullandığı matematiksel bir yöntem ile de kimsenin hacklemeye tenezül bile edemeyeceği çok daha güvenli çözüm üretmiş oluyor. İşte bu teknolojiden “Devrim” olarak bahsedilmesinin asıl sebebi de bence bizlere bu şeffaflığı sağlayabilecek bir teknoloji olmasında yatıyor.

Oğlum, buna benzer bir siteminin biran evvel ülkemize hatta dünyadaki diğer tüm ülkelere gelmesini ve uygulanmasını umut ediyorum. Toplum olarak çok daha ilerilere gidebilmek için birbirimize her zamankinden daha fazla güvenmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Görsel Kaynağı

kopek-kavgasi

Köpek Kavgası

Bu dünyada insanlarla en iyi anlaşan hayvan ırklarından biri, köpek. Gelişimlerini ve türlerini devam ettirerek hayatta kalmayı belki de bu şekilde başarmışlar. Hatta bilim insanlarının yaptığı bazı deneysel çalışmalar ile pek de doğal olmayan çiftleştirmeler sonucu insanlar ile çok daha da uyumlu bir hale getirilmişler.

Köpekler aslında vahşi ve tehlikeli hayvanlardır. Buna rağmen sakinliklerini korumayı başararak insanlarla, diğer köpeklerle ve hatta kedilerle bile bir arada yaşayabilmeyi başarabiliyorlar. Hisleri resmen koklayabiliyorlar ve koku alma duyuları çok kuvvetli. Karşısındakinin korktuğunu, sinirlendiğini, sevindiğini ve üzgü olduğunu kokluyorlar.

Bugün köpeği gezdirirken bizim sokakta büyük bir kurt köpeği ile karşılaştık. Bu kurt köpeğini daha önce de sahibinden kaçmış dolanırken görmüştüm. Görüntüsü iri ve korkutucu olmasına rağmen sakin ve uysal bir köpek olduğu belliydi. Bizi görünce yanımıza geldi ve bir süre koklaştılar ancak sonra bizimki hırlamaya ve dişlerini göstermeye başladı. Bir yandan da başına gelebileceklerin farklında bir korku ile tüyleri kabarmaya başladı. Ben de bir an ne yapacağımı bilemedim ve dikkatlerini dağıtmaya çalışayım derken bir anda kavgaya tutuştular. Neyse ki asıl amaçları yaralamak olmadığı için kan akmadan onları ayırabildim. Diğer sahibin de olaya dahil olmasıyla kurdu yakalamak için peşine düştük.

Bizimki genelde saldırganlık göstermediği için ilk başta anlık bir reaksiyon olduğunu veya bağlı olduğu için kaçamayıp ısırılacağından korktuğu için saldırganlaştığını düşündüm. Daha sonra geniş çimlik bir alanda kurt hala etrafta olmasına rağmen bizim ufaklığı serbest bırakmaya karar verdim. Ancak yanılmışım.. Aynı saldırganlığa devam ettiler ve bu sefer ben de korkarak müdahale ettim. Çünkü daha önce bir kere başka bir köpek tarafından ısırılmıştık ve bir daha aynı durumun yaşanmasını istemiyordum.

Bu olay, son zamanlarda evde annen ile yaşadığım gerilim dolu kavgaları aklıma getirdi. Şiddeti her seferinde katlanarak artan ve öfke dolu kavgalar! Yaşadığım bu ufak gibi görünen köpek kavgası bana duyguların da iletken olduğunu tekrar hatırlamamı sağladı. Dur sana da anlatayım;

Bizim evdeki ruh halimiz ve yaydığımız enerji evdeki köpekten veya çocuktan başlayarak, komşularımıza, mahallemizdeki insanlardan, şehrimize, ülkeye ve hatta tüm dünyaya yaygınlaşabiliyor. Filmi tersten sararsan aynı durum temelde bizim için de geçerli. Oğlum Evren, zaman zaman çevrende, ülkende, hatta dünyada yolunda gitmeyen bazı koşullar gelişebilir. Bu koşullar doğal veya yapay yollarla gelişmiş de olabilir. Bu durum senin umutsuzluğa kapılmanı, korkutarak öfkelenmene, hakkını alarak seni mahkum etmeye çalışabilir. Sana tavsiyem sadece az önce anlattığım hikaye için bile bu durumların seni olumsuz etkilemesine izin verme. Hayatın karşına çıkardığı olayları nasıl yorumlayacağın ve nasıl bir tutumda olacağın tamamen senin elinde oğlum, seyirci kalma. Her zaman durumun farkında ol! Ters giden bir şeyler olduğunu gör ancak bu durumu alıp aynı olumsuzluk ile çevrene yansıtman çözüme hizmet etmeyecektir. Hayat mucizelerle doludur! Umutlu ol! Cesur ol oğlum!

Dünyaya Hoşgeldin

Dünyamıza hoş geldin

Sana anlatmak istediğim bazı şeyler var. Merak ettiğim bir sürü soru, aklıma takılan ve doğal olmayan bazı sorunlar var. Biliyorum sen henüz daha oluşmadın, yoksun. Belki hiç oluşmayacaksın. Bilmiyorum belki kız olarak gözünü açacaksın. Belki de erkek bir çocuk olarak ilk nefesini alacaksın. Ya da oluştun ve çoktan kaybolup gittin. Olsun, hiç önemli değil ne olacaksa öyle olsun. Hayat bu! Su gibi akıyor ve her seferinde yolunu buluyor neticede.

Sana gözlemlediğim bazı durumları anlatmak istiyorum. Ben de herkes gibi olan biteni anlamaya çalışıyorum. Giderek kaosa doğru sürüklenen bir Dünya’da zihnimi sadeleştirmek ve sadece gün yüzüne çıkan önemli konulara odaklanılması gerektiğini görüyorum. Öyle bir değişim döneminden geçiyoruz ki etrafta sürekli bir siyah-beyaz, kadın-erkek tartışmaları geçiyor. Birlik bütünlük içerisinde yaşamak yerine, bölüne bölüne daha kapalı gruplar halinde yaşamaya doğru itiliyoruz gibi geliyor bana. Hepimizin aslında İnsan, hatta insandan da öte canlı olduğumuzu unutuyoruz. Hepimiz Dünyayız!

Bunları sana şimdiden yazmak istedim açıkçası. Daha sonra bu yazdıklarımı evrene veya internet bulutuna göndereceğim. Belki yolu düşen,  okumak isteyen birileri çıkar, kendine bir pay çıkarabilirse paylaşmış oluruz. İnternet sayesinde zaten artık çok daha paylaşımcı bir toplum olduk. Kimisi bilgi için, iş için, kimi müzik için, sanat için ve dizi için kendi icraatlarını, becerilerini  paylaşıyor. Birbirimizi geliştiren muhteşem bir ekosistem kurmuşuz.

Şimdilik diyeceklerim bu kadar. Fırsat buldukça yazmaya devam edeceğim.

Sevgiler,

Duygu

Zihin ve Duygu

Oğlum, türümüzün hayatta kalmalarını sağlayan en önemli özelliklerinden biri mantıklı düşünebilme yeteneğidir. Araştırmacı ve meraklı olduğumuz sürece her zaman bir adım daha öteye gidebiliyoruz. Fiziksel veya zihinsel olarak yapmakta zorlandığımız her durum için bir alet kullanabiliyor ve hayatı kolaylaştıran keşifler yapabiliyoruz. Biz İnsanları diğer canlılardan ayıran en önemli farklılıklardan biri zekâmız ve alet kullanabilme yeteneğimizdir. Bu sayede kanatlarımız olmadığı halde uçabiliyor, yüzgeçlerimiz olmadan en derin sulara dalabiliyor, ellerimizi bile kullanmadan toprağın altına girebiliyoruz.

Duygular ise daha geneldir. Bitkiler, hayvanların da duyguları vardır ve hisleri insanlar kadar hatta belki daha bile kuvvetli olabilir. Gözle görülemediği için birçoğumuz bu hislerin farkına varamıyoruz bu konuda ağaçlar veya hayvanların insanlardan daha gelişmiş olabileceğini düşünüyorum çünkü asıl iletişim kelimelerle değil duygularla ve hislerle kuruluyor. Bir kedi ve bir köpek karşılaştığında birbirleri için doğru frekansı yayıyorlarsa arkadaş oluyorlar ancak her hangi bir sebeple bir tedirginlik hissettikleri zaman koruma içgüdüleri devreye giriyor ve fiziksel olarak birbirlerine saldırıyorlar.

Aslında insanlar için de durum buna benzerdir. Tüm canlılarda olduğu gibi İnsanların da hayatta kalmaları için öz enerjiye ihtiyaçları var çünkü her bir canlı aslında birer enerji kaynağıdır. Her birimiz bu enerjiyi dışarıdan yani doğadan alırız. Yediğimiz yemek, içtiğimiz su ve soluduğumuz havayı içimize alarak ihtiyacımız kadarını kullanırız. İhtiyacımızdan fazlasını da tekrar geldiği yere yanı doğaya geri veririz bu sayede her birimizin ürettiği enerji bir başka canlı için bir yaşam kaynağı olur. Bu durum hayatta kaldığımız her gün, her an olmaya devam eder.

Hayatta kalma mücadelesini kazanmanın ve bir üst seviyeye geçebilmenin sırrı aslında çok da dikkat etmediğimiz farkında olamadığımız duygularımızda gizlidir. Duygularımızı kontrol edemediğimiz sürece birer canavara dönüşmemiz an meselesidir. Bunu anlatabilmenin en iyi yolu sanıyorum enerji kaynaklarımızdan birini kısıtladığımızda fark edilebilir. Mesela bir kişi uzun süre yemek yemeyip ve aç kaldığında halsizleşmeye ve enerjisi tükenmeye başlar. Böyle anlarda yemek ihtiyacımızı uzun bir süre gideremeyecek bir durum ile karşı karşıya kalırsak birçoğumuz gibi önce panik yaparız sonrada sinirlenmeye başlarız. Açlığın sebebini bulmaya çalışırız, mantığımız devre dışı kalır ve bu sınır arttıkça yemek bulabilmek için daha vahşi şekilde hareket etmeye başlarız. Bunu günlük hayatta gözlemleyebileceğin çok basit anları olacak. Uzun süre aç kaldığın zaman en yakınındaki insanlarla olan diyaloglarına bakabilir ve açlığın senin üzerinde öfke duygusunu tetiklemeyecek şekilde enerjini verimli kullanmalısın.

Yaşadığımız ülke, ormanlar, doğa, dünyamız, evren ve ötesi bizim yaşam alanımız, yuvamızdır. İnsanlar üstün canlılardır ancak tüm canlıların üstün olduklarını unutmuş gibi davranırlar. Her şey yolunda gittiğinde kendilerini var olan en üstün canlı derler ancak işler tam tersine döndüğünde, nefes alamadığında, aç kaldığında duygularımızı kontrol edemezsek yenik düşeriz. En ufak bir iklim değişikliği, kuraklık bir ülkeyi savaşa sürükleyebilir ve iklimlerdeki bu değişim artık hissedilebilir durumdadır. Aynı şekilde bir yerde kuraklık başlarken başka bir yer de bol oksijenli, verimli toprakları olan doğal su kaynakları olan bir hale de gelebilir. Peki doğa bu seçilimi neye göre yapıyor?

Bazı ülkeler kaosun ortasında kalırken bazıları huzur ve mutluluk içinde kalabiliyor. Bence bunun sırrı herkesin kendi içinde gizli oğlum. İçimizde beslediğimiz duygular ve hissettiklerimiz bizim dış dünyadaki yansımamızı oluşturuyor. Evrensel enerji duygularımızı hissedebiliyor ve isteğimizi karşımıza getirebiliyor. İçinde aşk, sevgi, mutluluk ve huzur gibi duygular besleyen canlılar bu duygularla hayatta kalıyor, aynı şekilde öfke, sinir, nefret besleyenler evrene bu mesajı iletiyorlar ve evrendeki tüm canlılar bir olup onun bu duyguları tatması için yardımcı oluyorlar. Kuşku duyanlar, kendini güvende hissedemeyenler sürekli hayatı yargılıyor, kendi içine kapanıyor ve kendi güven ortamları yaratmaya çalışıyorlar.

Bana sorarsan duygularını kontrol etmeyi öğrenen ve bunu uygulayabilen insanlar ne hissetmek istiyorlarsa onu çağırabiliyorlar. Bu sadece bazılarında bulunan bir özellik ya da yetenek değildir. Herkes tüm içtenliğiyle temiz duygularını açığa çıkardığı zaman henüz daha hayattayken cennet ayağına geliyor. Cennet örneğini vermemin sebebi, herkes tarafından bilinen ve olumlu algılanan, ölümden sonra iyiliklerin açıldığı bir kapı olarak bilinen bir kavram olması. Bence cenneti de, cehennemi de hayattayken yaşıyoruz aslında. Ölüm ise benim şuanda tarif edebileceğim bir şey değil, çünkü hiç başıma gelmedi. Ancak yaşadığım, yaşadığımı sandığım, hayatta olduğum süre boyunca cennette olduğumu da cehennemde sıkışıp kaldığımı da hissettim anlar yaşadım. Cehennemin sadece öldükten sonra gidilecek bir yer olduğunu sananlara soruyorum. Cehennem, bir sıcak savaşın tam ortasında bulunmaktan daha ne kadar kötü olabilir?

Soruyorum bir insan bu hayatta herhangi bir amaç uğruna birbiriyle savaşarak topla, tüfekle, zehirle kendi türünü öldürmeyi göze alacak duruma nası gelir? İntikam için mi? Savunma için mi? Korku salmak için mi? Göz göre göre ölmek-öldürmek! Neden?

Oğlum Evren, her zaman sevdiğin yerde ol, sevdiğin işler yap, duygularını insanlarla paylaş, aşık ol, üret, geliştir, öğren, yardım isteyene olanı vermektense ona yol göster, öğret ve tüm bunların sana yaşatacağı hisleri fark et.

Bunu fark ettikten sonra artık geçmişte hayatımızda kendimizi kötü hissetmemize sebep olan duyguları tekrar tekrar açığa çıkartarak büyütmenin hiçbir anlamı kalmıyor. Bu bize gelecekte de benzer duyguları tekrar yaşamamıza sebep olmaktan başka bir işe yaramıyor. Aynı şekilde geçmişte çok mutlu olduğumuz anları tekrar tekrar düşünüp birbirimize anlatmanın da aslında bir anlamı olmuyor çünkü bu da bizim geçmiş mutluluklarda sıkışıp kalmamızı ve bu anın ve olacakların keyfini çıkaramadığımızı göstergesidir. Biraz klişe bir laf biliyorum ama geçmiş geçmiştir ders çıkartılır ama değiştirilemez, gelecek ise henüz gelmedi, bilmiyoruz. Şu anda yaptıklarımız, hissettiklerimiz, hayallerimiz, düşlerimiz geleceği şekillendiren asıl şeyler bunlar. Bu yüzden sadece şu anda odaklanmalı ve o an etrafınızda olan her şeyin tamamen farkında olmalıyız o anın tadını çıkarmalıyız çünkü yapabileceğimiz en iyi şey budur.

Unutma oğlum! Kendini kontrol edemeyerek öfkene yenik düştüğün, başkalarını kıskandığın, her an gelecekte bir yerlerde karşına çıkabilir.

Sevgiyle Kal,