Planın Bir Parçası

Sevgili insan oğlum, eskiden dünyamız büyüleyici bir yerdi, fakat zaman değişti. Her şeye, tüm zorluklara rağmen yaşamak ve mücadele etmek, varlığına bir amaç yüklemek inanılmaz bir haz. Bazen bazı şeyleri bilip de konuşamazsın, görüp de anlatamazsın oğlum. Çünkü sen ne kadar anlatmaya çalışsan da, ancak karşındakilerin anlayabildikleri kadarını aktarabilirsin. Bu zor ve yıpratıcı bir süreç. Ve bu yolculuğun sonu, anlatmaktan vazgeçmek ile sonuçlanıyor.

Sonra tamamen yalnız olduğunu anladığın bir an geliyor, birileri bu anı kollarcasına seni izliyor. İşte tam da bu gibi zamanlarda artık tamamen kendinle baş başa kalabilmek ve birilerine bir şeyleri anlatmaya çabalamak yerine onları uygulamaya, yani yapmaya başlıyorsun. İşte bu oluşun başlangıcıdır. Sadece ve sadece kendi bildiğini, tamamen kalbinden geldiği gibi yaptığın, düşüncelerini fiziksel olarak dışa vurduğun ve akışın içinde uygulamaya geçtiğin özel bir an.

Bugün ise dünyamızda yaşananlar, senin benim gibi insanların oluş seviyelerini yükselterek hayatlarımıza yön veren yüzlerce yıllık stratejik planların sonuçlarıdır. Ve bu planlar kollektif bir biçimde kendi kendini yok eden bir toplumun kalıntılarını seyrediyoruz. Yaşanan salgınlar, baskıcı yasaklar, yapay afetler, gerçek ölümler, duygusal ölümler, korku ve savaşlar birilerinin bu dünyada yaptıkları planların kötü sonuçlarıdır.

Şu anda dünyamızda oynanan en büyük oyunun adı kapitalizim. Yani daha çok parası olan kazanır. Bu oyunda duygusallık, vicdan veya merhamet yok. Günah çıkartma var. Tek gayesi para kazanmak olan gözü dönmüş ve hem kendine hem de çevreye verdiği zararı ancak akılları başlarına geldiğinde yani iş işten çoktan geçmiş olduğunda farkeden pek çok kişi veya kurumlar var. Özür dilemeye bile cesareti olmayan bu kişileri, pişmanlıkları süzlerine vurmuş olarak dolanırken etrafta bolca görebilirsin.

Bu oyun bozuluyor ve yerine yeni bir oyun gelecek. Sınırların kalktığı paranın yerini liyakatin aldığı daha adil ve şeffaf bir oyun olacak. Bu oyunun kuralları, yönetimi ve kontrolü ise biz insanların iradesinde olmayacak. Yeni sistemi inşa adenler yine biz insanlar olacak elbet ancak bu sefer kazanan veya kaybedenin olmadığı bir oyun olacak. Görünmez köleliğin yerini, gerçek özgürlük alacak.

Aslına bakarsa zaten var olan bir şeyi yeniden keşfetmeye çalışıyoruz. Üstelik bunu anlayabilmemiz için savaşlar ve kanla kaplı bir diriliş hikayesine de hiç gerek yok. Yani bir elçiye gerek yok. Yine de bu yöntem ruhani bir ritüel olarak seçilmiş kişiyi arama, bulma ve olma hikayesi de bazıları için cezbedici. Sonuçta sorumluluğu ve kaderimizi bir lidere emanet etmek, herkesin kendi içerisindeki lideri ortaya çıkarmaktan daha kolay geliyor.

Hiç kazananı olmayan oyun mu olurmuş, o zaman nasıl haz alacağız bu yaşamdan diye düşünüyor olabilirsin? Haklısın, alışılmış öğrenmişlik bize bunu söyler. Ancak amacımız bir yere varmak, bir skor tutmak olmadığında sadece oyunun sonuna geldiğinde değil, tüm oyundan haz almaya başlarız aslında.

Peki ya kazanma hırsı ve dürtüsü olmazsa kendimizi niye geliştirelim ki gibi bir soru da gelebilir aklına? Doğru, bu güne kadar çoğu eğitim sistemlerimiz bizi yarış atı gibi hazırladı hayata. Oysa ki şu anda olduğumuz durum veya hal her ne ise zaten en gelişmiş halimiz olabilir mi ve vaktimizi sadece ilgimizi çeken sevdiğimiz konulara yoğunlaştırarak yeni şeyler üretmek üzerine kullanabilirsek neler yapabileceklerimizin farkında mıyız?

Bu bahsettiklerim ancak ölüm sonrası ulaşabileceğimiz bir ütopyadan değil insan kızım, herkesin gerçekten canlı yaşadığı birbirine bağlı ancak bağımsız bir dünya hali elbet mümkün.

İnsan ve Doğa

Pek çoğumuz, genelde sorunlar krize dönüştüğü anlarda çevreye son derece duyarlı davranıyoruz, bu çok güzel.

Sonrasında ise genelde ya unutuyoruz, ya salıyoruz. Rutin hayatımıza dönünce doğaya, çevreye, diğer canlılara, hatta kendi sağlığımıza karşı bile bu duyarlılığımızı maalesef koruyamıyoruz.

Çevreye ve kendimize zarar verecek tercihler yapıyoruz, üşeniyoruz, kirletiyoruz, şuursuzca tüketiyoruz, yanlışa dur demeye cesaret edemiyoruz. Sonrasını önemsemeyince de tükeniyoruz.

Doğal dengeyi korumayı beceremiyoruz. Hep de kaybettikten sonra düzeltmeye çalışıyoruz. Doğayı kendi akışına bırakıp sadece ona daha uyumlu ve saygılı yaşayabilmeyi başarabilsek, doğa kendini onarabilme yeteneği zaten var.

Doğaya karşı etkimiz belki büyük olabilir belki, ancak doğanın ve evrenin bizim gibi misafirlere etkisi çok daha büyük olduğunu unutmamak lazım.

Tercihlerinin farkında ol!

Beslenme konusundaki farkındalığım geliştiğinden beri bazı markaların ürünlerine neredeyse hiç para ödemiyor, daha iyi alternatifleri tercih etmeye çalışıyorum. Özellikle de hızlı tüketim, fastfood, asitli içecekler ve abur cuburları uzun bir süredir neredeyse hiç almamaya başladım.

  • Mesela üniversite yaşlarımda tükettiğim zincir fastfood gıdaları tüketmeyi tamamen bıraktım, onların yerine daha çok ev yemekleri yiyorum ya da canım çok isterse yerel bir hamburgercinin el yapımı hamburgerleri bence çok daha iyi oluyor.
  • Eğer ortamda cips varsa azda olsa tırtıkladığım oluyor elbet, fakat eve atıştırmalık bişeyler alacağım zaman Malatya’nın, Antep’in harika çerezleri var, onları satın alıyorum.
  • Bölgelere has çok daha güzel kahveler varken, sırf havalı olduğu için bazı zincir kahvecileri tercih edebiliyoruz. Bir keresinde sabah ayılmak için en etkili kahveniz hangisi diye sorduğumda, oradaki barista aslında hiç biri deyip bana gerçek kahvenin hikayesini anlattığından beri neredeyse her gün sadece türk kahvesi içmeye başladım.
  • Bazı meyveli yoğurtlar konusunda emin olamadığım çok soru işaretlerim var kafamda. Mesela köyde sağılan sütler ve onları mayalandırıp evde yapılan yoğurt bence çok daha lezzetli olurken; ömürleri de raftakiler kıyasla çok daha kısa oluyor. Zaten genel olarak çok fazla süt ve süt ürünleri tüketmek de pek iyi değil sanıyorum.
  • Asitli içecekleri neredeyse tamamen sıfırladım diyebilirim. Onların yerine bol bol saf su, ayran tercih ediyorum. Bazen de ev yapımı limonata ve doğal meyve şerbetleri yapıp içiyorum.Şahsen yüzde yüz sağlıklı yiyecek veya içecekler tükettiğimi de idda edemem. Mesela zararlarını bildiğim halde zaman zaman kafamı boşaltmak için alkollü içkiler de kullanıyorum.

Özetle şunu çok net söyleyebilirim ki artık ne yediğime ve içtiğime gerçekten çok dikkat ediyorum. Çünkü görüyorum ki tüketim tarzımız, yaşam kalitemizden düşüncelerimize kadar önemli ölçüde hayatımıza çok ciddi derecede tesir ediyor.

Bu tercihimin arkasında markaların sahiplerinin ülkesi veya inanışının ne olduğu yatmıyor, bence bunun bir önemi yok! Bunlara kendi sağlığımı düşündüğüm için dikkat ediyorum. Belki büyüdüğüm şehirden, belkide kurduğum ilişkiler, okuduklarım veya izlediklerimden dolayı bilmiyorum. Benim tüm inançlara, dinlere ve inananlara saygım var. Uzun bir süre de herkes bu konularda benim gibi düşünüyor sanıyordum, fakat yaş aldıkça pek de öyle olmadığını gördüm. Hayatım boyunca hep saftım belki, fakat hiç de salak olmadım. Özellikle lise yıllarından hayatıma giren ve sevdiğim pek çok Hristiyan, Yahudi, Müslüman veya hiçbir dine inanmayan arkadaşlarım, dostlarım var. Hepimiz haklı veya yanılıyor olabiliriz, nihayetinde varoluşumuzla ilgili bir şeylere inanabiliyor olmak, onu hissedebiliyor olmak çok güzel. Düş kurmanın, inanmanın gücüne inandım hep ve kendimizce attığımız her minik adımla büyük etkiler sağlayabildiğimizi de iyi biliyorum.

Ne yazık ki son yaşanan olayda gördüğümüz gibi bazı devletlerde saygı da, sevgi de, insaf da, merhamet de yok! Okuduğum ve anladığım kadarıyla bu yaşanan çatışmaların aslında dini öğretilerle de bir ilgisi sanırım yok! Sanki tüm bu kışkırtmacalar, baskı kurma, korkutma çabaları sade ve sadece birilerinin kendi finansal çıkarları için dünyanın dengesini bozarak, toplumların huzurunu kaçırıp, insanların sağlığını tamamen hiçe saymalarından kaynaklanıyor. Yaşanan bu son olaylar da bu konularda yanılmadığımızın bir kanıtı niteliğinde.

Bazılarının elindeki finansal güç ne kadar çok olursa olsun, mühim değil! Çünkü kontrolsüz güç, zaten güçsüzlüktür. Koca koca devletler, şirketler, “markalar” veya şahıslar gezegenimizi, doğayı ve canlıları harap ettikleri sürece küresel krizler çıkmaya devam edecek. Ve görüyoruz ki virüsler canlarımızı zamansızca alırken ne paraya, ne pula bakmayacak. Görünen o ki yanlış eylemlerimizi sürdürür, ve hatalara duyarsız kalmaya devam edersek hepimiz kuraklık, açlık, susuzluk gibi daha büyük zorluklarla karşı karşıya kalacağız. 

Halbuki her canlının aynı gemide olduğu aşikar. Dibi boylamamak için öz tohumlarımıza dönmeliyiz. Şunu da çok iyi biliyorum ki eğer öze dönüp, sadeleşip, insan gibi yaşayabiliriz. Bunu da en zayıf halkamızla birlikte kuvvetlenerek, dayanışma ile başarabildiğimizde; ve her neye inanıyorsak inanalım; ona içtenlikle aracısız olarak bağlantı kurabilmeyi başardığımızda, işte o zaman bize bu dünya da muhteşem, öteki dünyalar da!

Selametle kalın ??

Sahip

İnsanların sahiplenme veya fetih arzusu bugün bizim medeniyet olarak adlandırdığımız toplumu ortaya çıkardı. Halbuki keşfetme arzusu ön planda olan bir uygarlık sahiplenmek yerine evreni ve evrenin işi ile ilgili merakını gidermek, öğrenmek ve bilinmezi keşfetmek olduğu için bu toplumun ihtiyaçları ve medeniyet yapısı çok daha gelişmiş bir yapıda olabilir. Mevcut kapitalist düzende maddi gücü elinde tutan insanlar toplumsal olarak gidişata yön veren kişiler olurken, bilgelik maalesef gözardı ediliyor.

Keşke sahiplik yerine, evrenin bize sunduklarını veya icatlarımızı sadece keşfetme arzularımızla kullansak. Sadece ihtiyacımız olduğu kadarı kullanabileceğimiz fazlasını paylaşabileceğimiz modeller geliştirebilsek.

Kaldı Üç Mevsim

Her geçen gün gözle daha da görülür hale gelmeye başlayan küresel iklim değişikliğindeki hızlanmanın, bilimsel bir hurafe olmadığına hep birlikte tanık olduğumuz zamanlardan geçiriyoruz. 

Özellikle İstanbul gibi mega şehirlerin olduğu bölgelerde daha belirgin olarak gözlemlenen bu iklimsel kaymalar için sadece kar yağışı durumuna bile bakacak olursak 25-30 gün gibi bir sapma olduğunu asıl önemli sorunun ise yağışlarda ciddi derece bir azalış olduğunu söylesek, sanıyorum hiç kimse inkar edemez. Bu durumun özellikle İstanbul’da daha çok hissedilmesinin basit açıklaması ise hızlı betonlaşma ve geçtiğimiz senelerde ne kadar gerekli olduğu tartışılan köprü ve yolların yapılabilmesi için katledilen binlerce ağaç ve yağmur ormanlarının yok olması olabilir. Davasal fabrikaların yaydığı kontrolüz atıklar. Sadece karlılık odaklı düşünen büyük firmaların agresif üretim metodları, tercih edilen materyaller ve hızlı tüketim çılgınlığı da tuzu biberi oluyor. Doğanın kanununa ve yaratıcısına karşı geliyoruz. Tüm bunlar olmuyormuş gibi hala yapay kanallar açarak suyun akışına müdahale etmek, biraz daha ağaç kıyımı yapma gayretindeyiz. Doğaya karşı yapılan tüm bu saldırıların elbette bir bedeli olur, olacaktır. Bunun ağır faturası ise doğaya karşı gelen veya yapılan hatalara göz yuman herkese kesilecek. 

Allah kimseyi krizlerin en büyüğü “susuzlukla” terbiye etmesin!

Plansızlık, yapılan yanlış hesaplamalar ve gereksiz yapılaşmalar, betonlaşma için yer yüzüne yağmur getiren ormanlarımızın yok olması, sadece daha çok para kazanabilmek için ucuz plastiklerin kullanılması , iyi üretime değer vermeyen firmalar ve kurumlar, fütursuz fosil yakıt tüketimi veya tüm bunlara yol açan karar alıcılar her kimse? Üç-beş bin kişinin anlık çıkarları için milyonlarca insanın yaşam standartını hiçe sayan tüm oluşumlar durmalı veya durdurulmalıdır. Bu bugün B partisi, yarın A partisi hiç fark etmeksizin bu doğrultuda verilen tüm politik kararlar ve şirketlerin dümenlerini kırmakta direnç göstermesi, sosyal fadası olabilecek çalışmalara göstermelik destek verilmesinin sonuçlarının bugün yaşadığımız olumsuzluklarda payı küçümsenemez. Harekete geçmekte geç kaldığımız her anın insanlık namına üzücü getirileri olacak gibi görünüyor.

Yaratılış bize ruh ve beden gelişimi ile birlikte düşünebilme yetisi de kazandırdığına göre bunun bir nedeni var. Bilim ve inanç bütünün bir parçası, birbirinden ayrı düşünülemez. İnsanların geliştirdiği onca teknoloji, icat, çözüm oluyorken acaba biz insanlar kendimizi anlamada ve geliştirmede geri mi kalıyoruz? Asıl mutluluğun daha fazlasında değil, daha sadesinde olduğunu; doğallıktan, doğadan uzak değil, doğa ile iç içe, az, öz fakat daha kaliye bir yaşam tarzı edinebilirsek bu dünyanın hepimize yeterde artar.

Eğer en kısa zamanda silinen yeşili tekrar yerine koyamazsak ve yeşili, maviyi daha fazla griye boyarsak görünen o ki bunun sonuçları pek hayırlı olmayacak! Küçümsenen X,Y, Z… jenerasyonları büyüdüğünde, onlara kimler nasıl hesap verebilecek.

İşte bu yüzden tüketen, üreten, düşünen, karar veren kim varsa hepimiz tercihlerimizi ve yöntemlerimizi tekrar gözden geçirmeli, her birimiz elimize yeşil bir fırça alarak biran evvel harekete geçmeliyiz.

3. dünya dönüşümü

3. Dünya Dönüşümü

#koronagünlükleri 1

İçinde bulunduğumuz bu durum köklü bir değişimin, hatta dönüşümün bir başlangıcı. Dünya değişiyor, çünkü sen değişiyorsun.

Sonsuzluğa uzanan bir evrende tüm duyu organlarımızla algılamaya çalıştığımız kainatta, sanal ile gerçeğin birbirine karıştığı bir zamanda yaşıyoruz. Gerçeklik ve hayal gücü ile Allah’ın bize vermiş olduğu yetkiye dayanarak gezegenimiz üzerinde büyük değişikliklere neden olacak etkiler yaratıyoruz. Kimisi çok faydalı, kimi ise yıkıcı sonuçlara neden oluyor.

Sonuçta gözle göremediğimiz bir virüsün hızla yayılan ölümcül etkisi ile artık pek çok şeyin hiç bir önemi kalmadı. Yayılan sadece virüs olmadı, aslında çok daha önemli bir durum yayıldı.

Aldığımız her nefesin ve attığımız her adımın önemi daha da ortaya çıktı. En sevdiklerimiz ile bir araya gelerek birlikte zaman geçirmeye başladık. Sosyal izolasyon ile fiziksel olarak birbirimizden uzaklaşsakta, ruhsal olarak birbirimize daha sıkı bağlanarak tekrar yakınlaştık. Yine evrenin bize sunduğu imkanlar doğrultusunda insan aklı ile keşfedilmiş ve edinilmiş tüm teknolojileri kullanarak iletişimi sürdürmeye devam ederken aslında birbirimizden hiç de farklı olmadığımızı tekrar hatırladık, hatırlıyoruz.

Maalesef acımasız ve zalim bir dünyada yaşıyoruz. Hepimizin içinde iki kurt var, biri beyaz diğeri siyah kurt. Biz irademiz doğrultusunda hangisini daha çok beslersek ona dönüşüyoruz. Sadece siyah olanı beslersek hiçbir inancı kalmamış, ahlaki değerlerini yitirmiş, vicdan yoksunu ve güya kendini zeki sanan, hak çalarak veya terörizm ile korku salarak yaşayan insanlarımız olduğu gibi. Manevi duyguları ile evrene olan bağı kuvvetli, algıları açık, hakkaniyetli, vefalı, kendini düşündüğü gibi diğerlerini de düşünebilen, kavga ve dövüşmekten son ana kadar kaçınan, savaşmak yerine iletişim kurarak, tüm kırgınlıkları sevgi ile tamir edebilen, elbette hata yapan ve hatalarından ders alarak özür dilemesini bilen, farkındalığı yüksek insanlarımız da var.

Üzerinde yaşadığımız bu çok boyutlu dünyamız da aslında evrenin yaşayan bir organizması gibi ve olan biten her şeyin farkında olduğuna eminim.

Doğal dengelerin giderek bozulmasına sebep olan en büyük etkenlerden biri ise insanlık oldu.

Hep beraber küresel bir dönüşüm içerisindeyiz. Bir çağın kapanıp yeni bir çağın başladığı bir dönem. Dijital dönüşüm ile birlikte girdiğimiz bu bilgi çağında artık ekonomik dengeler de çok farklılaşacak gibi görünüyor. Artık sosyal değerlerin maddiyat veya sahiplikten üstün olduğu paylaşım sistemlerinin giderek arttığı bir dönemde kölelik, sömürgecilik, tarikatçılık yok olup gidecek.

Daha çok sevdiği şeyler ile uğraşan ve çok daha verimli işler çıkaran bir toplum yetişerek toprakla, sanatla, edebiyatla, daha çok okuyan, yazan, çizen, düşünen, paylaşan, beğenen, eleştirebilen, üreten ve karnını para ile değil insanlığı ile doyuran bir toplum ortaya çıkacak.

Tabiki günlük hayatta yapılması gereken rutin işlerimiz olacak ve artık bunları bizim için daha çok yeni teknolojiler ve nesnelerin interneti ile çalışan robotlar, yapay zekalar, dijital asistanlar yapacak. Yani yeni kölelerimiz teknoloji olacak. Elbette bu geçiş sürecinde biz onun kölesi olmadan yolumuza devam edebilirsek.

İşsizlik diye bir şey kalmayacak, herkes bireysel olarak tüm temel ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabileceği bir duruma gelecek. Ülke sınırları diye bir şey kalmayacak ve çok daha şeffaf, adil ve özgür bir sistem kurulacak.

Tabi tüm bunlar bir süreç ve ütopik gibi görünse de olasılığı yüksek ön görüler. Türkiye Devleti ve Orta Doğu’daki diğer tüm Türk/Kürt boylarının oluşturduğu birbirinden ayrı gibi görünen ancak iyi günde ve kötü günde her zaman birbirine gönülden bağlı devletler ise bu küreselleşme sürecinde çok daha hızlı adapte olabileceklerdir. Bunu unutmuş veya unutturulmuş olsak bile kültürel yapımız ile özümüze işlemiş ve asırlardır edindiğimiz tüm bilgi ve öğretiler genlerimizde bulunmakta. Sosyal ve kültürel bağlar açısından ise geçmişte olduğu gibi şimdi de her şeye rağmen Amerika veya Rusya gibi ülkelerden çok daha avantajlı konumdadır.

Benzer şekilde Çin’de temelde öğreti ve kültürünü korumayı başarabilmiş ülkelerdendir.

Küreselleşme süreci gerçekleşirken eğer ki dengelenme yolunda ilerleyebilirsek çok daha yumuşak bir geçiş ile kanlı savaşlar çıkmadan ve gerileme yaşamadan medeniyetimizi bir sonraki aşamaya yükseltebileceğiz. Eğerki bunu başaramayıp birbirimizi ezme gafletine düşersek de uyuyan devler uyanacak ve mevcut dünya düzeninde uygulanan bu sinsi sömürü düzen ve baskılar karşısında tüm devletler gruplaşarak birleşirken Türk Devletleri de hızlı bir şekilde birleşerek tek bir büyük güç olacak ve tüm bu olan bitenlere kaba kuvvet ile karşılık vermek mecburiyetinde kalınacaktır.

Tarih’te tüm Dünya’nın da bildiği gibi “Yurtta barış, dünyada barış” isteyen Atatürk gibi bir liderin önderliğinde yetişmiş ve onun ortaya koyduğu ilke ve inkılapların öğretileri ile yetişmiş milyonlarca insan Atatürk’ün öne sürdüğü esas fikirlere artık vakıf.

Bugün yaşadığımız bilgi çağında birbirimizden öğrenebileceğimiz çok fazla şey var ve bilgi paylaştıkça çoğalır sözü tüm bireyler, toplumlar ve devletler için geçerlidir.

İnanan veya inanmayan herkes bu evrenin bir parçası ve kendimizi, özümüzü anlayarak potansiyellerimizi en iyi şekilde ortaya çıkarabilmek ve aradığımız tüm soruların cevaplarını bulabilmek için buradayız. Bu soruların arasında öyle sorular varki, o cevapları da ancak kollektif bir bilinç ile, birlik ile, dayanışma ile paylaşarak ve birbirimizi dinleyerek bulabiliriz. Her zaman önümüzde duran cevaplar sadece keşfedilmeyi bekliyor.

Kadın-Erkek, Müslüman/Hristiyan/Yahudi/Pagan/…. fark etmediği ve hiç bir ayrımcılığın olmadığı evrensel bütünlük ve hoş görü ile ahlaklı, Ülkelerin değil Dünya milliyetçiliği ile doğaya ve tüm canlılara sahip çıkan bir toplum olabilmek dileğiyle.

İnsan

Doğal Denge

Dünya üzerinde kurulmuş tüm medeniyetler bir gün son bulmuş ve yerine yenileri gelmiş. Kimi doğal afetlerle, depremlerle, kimi savaşlarla, kimi de sosyal veya ekonomik durumlar sonucu yıkılmış gitmiş.

Dengesi bozuk insanlar olduğu sürece doğanın da dengesi hep bozulmuş. Değişime adapte olabilinler ise güçlü olanlar değil, esnek olanlar olmuş hep.

Böylesine bir dünya dengeli olunabildiği sürece doğa ve doğal kaynaklar aslında herkese yetebilecekken bazı gözü dönmüşler yüzünden harap ediliyor. Peki ne için? Para mı ve güç için mi?

Gücümüzü ne kadar doğru kullanabiliyoruz, bu güç kimlerin elinde ve ne amaçları var biliyor muyuz? Ülkelerin birbirini sömürdüğü bir düzende küresel güçlerin dengesizliği yüzünden bertaraf olan insanlar olduğu sürece kim bunun şefaatini görebilmiş? Hiç

Doğanın ve evrenin bir dengesi var. Her etkinin bir tepkisi, her sebebin bir sonucu var. Ve tüm bu kusurlarıyla birlikte aslında kusursuz işleyen bir evren var. Biz de bu evrenin fiziksel konukları olarak şimdilik dünyada misafiriz. Bir misafir bulunduğu evin sahibine, eve ne kadar özenli ve hoş görülü davranıyorsa, ev sahibi de ona aynı özenle karşılık verir. Bir misafir eve zarar vermeye başlar veya ev sahibini hiçe sayarsa, ev sahibi de tekmeyi koyar. Aslında bu kadar basit.

Peki biz insanlar sevişmek yerine savaşarak, birlik olmak yerine ayrışarak, paylaşmak yerine çalarak nereye varabiliriz. Aşka, huzura, bilgeliğe ulaşmak ve geleceğe güzel tohumlar atarak genlerimizi bırakmak istemiyor muyuz?

Sosyal değerler çöktü, ekonomi çöktü, terör bitti, savaş çıktı, deprem oldu derken şimdi de tüm dünyayı hızla saran bir salgın hastalık başladı. Kimileri bu salgını çıkar peşinde olan insanların çıkardığını, kimileri artan nüfusa karşı önlem alınmaz ise güç kaybetmekten korkan insanların başlattığını söylüyor. Haberler bu virüsün bazı hayvanların yenmesinden kaynaklı olduğunu idda ediyor. Kimisi de ilahi adalet yerini buluyor diyor. Her nasıl başladıysa başladı, bunun sorumlusu insan da olsa, hayvan da olsa hepsi evrenin bir parçası ve sonuçlarına herkes katlanacak. Bu sonuçların İnsanlara olan etkisi ise evrensel adalete göre belli olacak.

Kim neye inanırsa inansın, kaç parası olursa olsun bundan kurtuluş olmayacak ve terazinin kefelerinde herkesin niyetine göre tartılarak tüm insanlık, ülkeler, kaynaklar, sistemler ve doğa öyle yada böyle tekrar dengelenecek.

Neyleyim sensiz günü…

Neyleyim doğan günü… bak bugün ne kadar üzgünüm. Kalbim paramparça olmuş adeta. Ne uğruda peki? Neden hayallerimi hayata geçirebilmek için kendimi başkalarına muhtaç duruma getirdim?

İçimdeki ses, dışımdaki yansıma, sonsuz boşluğun içindeki bu hiçlik içinde neden bu çabalama. Neyin mücadelesini veriyor bu beden, ne için, kim için uğraşıp duruyor. Belki de bırakıp gitmek en iyisidir. Belki de beyaz bayrağı çekip terki diyar zamanı gelmiştir. Gitmeden önce ne yapmak isterdim.

Başladığım noktaya geri dönmek için toprağa geri dönmek için verdiğim onca söz, onca umut ışığını bir kenara bırakıp gidebilir miyim? Hiç sanmıyorum. Peki bu sözleri yerine getirince ne olacak? Herkese veda ettiğinde çok iyi insandı mı diyecekler? Varsın desinler veya demesinler ne değişecek?

Sevgi yoksa ne anladık biz bu hayattan, sevdiğin yoksa veya varsa bile yanında değilse zaten yalnız geldik yalnız gideceğiz, hayatı da yalnız yaşayacaksak neyleyim ben şimdi.

Tek istediğim sevdiğim eşim ve dostlarım ile uzaklarda sohbet etmek, okyanuslara açılıp, yıldızları seyretmek, görünenin ötesine bir yoldaşımla gidebilmekti. Yoldaş artık yok, yoldan çıktı ve başkalarının yoluna gitti. Keşke kendi yoluna gidebilseydi bari. Ben yoldan çıktım ve özümü tekrar bulmaya çabalar dururum. Hayallerim var herkes gibi, hayallerim var herkesi kapsayan, hayallerim var gerçek olmuş. Olmuş olmasına ama herkesi kapsayamamış. Kimileri kıskanmış, kimileri kızmış, kimileri yıpratma peşinde.

Ne olursa olsun değişen bu dünyada oyunun kurallarını değiştiren faydalı bir etki için sonuna kadar mücadele edeceğim. Hayallerimden asla vaz geçmeyeceğim.

Merkür Retrosu

Koskoca Merkür gezegeni dünyaya ve dünya üzerinde yaşayan biz canlılar üzerindeki etkileri astrolojik bir hurafe mi yoksa gerçekten hayatlarımızda ve kararlarımızda söylenildiği kadar etkisi var mı?

Astrolojik boyutta gerçekleşen Merkür gibi gezegenlerin uzaklaşması ve yakınlaşması hayatımızı nasıl etkiyeleyebilir ki diye düşünüyorum ara sıra. Zaten yeterince karmaşık olan bu hayatta çözülmeyi bekleyen çok büyük bilmeceler olduğu kesin. Çözüm için ise olayları zihnimizde basite indirgeyebilmek gerek. Mesela Dünya’nın uydusu olan Ay gece olduğu zaman en net olarak görebildiğimiz devasal ve erişilemez bir gezegen gibi duruyor. Her gece onu farklı bir şekilde aydınlanmış olarak görüyoruz ama bize hep aynı yüzünü gösteriyor. Dünyanın ve Güneşin pozisyonu değiştikçe ayın gezegenimiz etrafındaki dönüşü ile birlikte güneş ışıklarını bize hep farklı şekilde yansıyor. Bugün kullandığımız takvim sistemine baktığımız zaman ayın hareketlerini kendi algı seviyemize indirgeyebildiğimiz bir ölçü birimi olarak kullanıyoruz. Ayın dünyamız üzerinindeki etkisine baktığımız zaman yer çekimine olan etkisini denizlerdeki gel-git hareketlerinden çok net bir şekilde fark edebiliyoruz.

Veya Albert Einstain’in uzay zaman kavramınına göre iki boyutlu bir düzlem yerine bir çarşaf gibi gezegenlerin kütlelerine göre kendine çeken veya iten bir altın oran ile aslında hep beraber sonsuz bir döngü içerisinde gezegenlerle birlikte sürekli dönüp duruyoruz. Kendi etrafımızda da dönüyoruz. Ve bu kusursuz döngü sayesinde beklide ayaklarımız yere basıyor. Hayat dediğimiz kavram bizim için sadece nefes alıp vermenin, yada yemek yemenin de ötesinde sorgulayabilme, düşleme ve düşünebilme boyutunda sürdürdüğümüz akıl almaz bir boyutta görünüyor. Fakat biraz daha derinlemesine düşünürsek aslında ruh ve beden bütünlüğünün ötesinde sınırsız bir evrende kendimizi o kadar sınırlamış bir vaziyetteyiz ki.

Kos koca Merkür gezegeni de muhakkak dünyamız üzerinde ve biz nefes almak zorunda olan canlılar üzerinde bir etki yaratıyor diye düşünüyorum. Sadece düşünmek ile kalmıyor kendi gözlemlerim ve bunca yıl boyunca günümüze kadar aktarılan kadim bilgiler ışığında bu etkileri inkar edemiyorum.

Peki ne diyor bu kadim bilgiler, erenler, dervişler, devşirememişler. Diyorlarki eğer Merkür geriye doğru gidiyorsa bi dur. Sende hayatın ile ilgili yeni kararlar, yeni sözler, sözleşmeler, alımlar, satımlar, sahiplenmeler, söz bozmalarlardan uzak dur. Sadece kendini akışa bırak ve izle, hayatı izle, kendini gözlemle, etrafında olan biteni dinle. Sadece dur bi bak. Bi sor kendine. Nerdeyim ben, kimim ben?

Günümüz çağı, bilgi çağı. Bilgi her yerde. Her zaman her yerdeydi fakat şimdi çok daha algılanabilir veya erişilebilir bir seviyede. Bugün burda oturduğumuz yerde dünyanın bir ucunda neler olup bittiğine dair bir fikir sahibi olabiliyoruz artık. Tabi neye ilgi duyuyor ve merak ediyorsak o doğrultuda sorular soruyor, araştırıyor ve cevaplar alıyoruz. Fakat bilgi her yerde olduğu gibi bu bilgiyi üretenlerde neticede bizleriz. Kimi profesör yazdığı makalelerle, araştırmacı gözlemleri ile, gazeteci cesursa gerçek yorumları ile veyahut benim gibi hiç bir etiketi olmayan insanlar iç güdüleri ile bir şeyler yazıp çiziyor ve birileri bu içeriklere kaynaklarından ulaşıp kendi ile özleştirdiği ölçüde alıyor.

Vel hasıl kelam, bilmeyende bilen de aynı boşluğun içerisinde çırpınıp duruyor. Netice hep aynı noktada çıkmaza giriyor. Tüm bunlar neden var? Ben neden bu zaman dilimi içerisinde burada varım? ben gerçekten var mıyım? Çimzirdiğimde canım acıyor demek ki can var. Can varsa ben de varım. Peki benim var olma sebebim ne? Yoksa sebepsiz yere tamamen şans eserimi bu can bu bedende dünyayı işgal ediyor? gibi amansız sorular, sualler.

İnanmak bir insanın en mucizevi yeteneği ve inacın soyumuz üzerindeki etkileri tartışıla gelemez. Lakin sonu “ist” ile biten veya ben şu”cu” yum dediğin an sorgulamanın ve gelişimin bittiği andır. Bundan sonrası teslimiyet ve kabul ediş ile birlikte duraksama döneminin cümleten başlangıcıdır.

O sebeple oğlum benim sana nacizane tavsiyem, sen sen ol ve sormaktan, sorgulamaktan vazgeçme. Benim şu kısacık ömrümde edindiğim en hakiki tecrübe hayat bir şekilde sorularını veya düşlerini karşına çıkarıyor. Sen yetirki kendin ve kendinin ötesi için doğru soruları sormayı bil ve düşlerken her zaman anda ol.

Varlığınla ve yokluğunla seni seven garip babandan bu gecelik bu kadar.

Eğer

Eğer

Eğer herkes çıldırmış seni suçlarken…
Sen başını dik tutabilirsen,
Eğer herkes senden kuşkulanırken…
Sen kendine güvenebilirsen,
Ama bu kuşkulara da hoşgörülü davranırsan,

Eğer bekleyebilir ve beklemekten bıkmazsan,
Veya hakkında yalan söylenirken…
Sen yalan söylemezsen,
Ya da senden nefret edilirken…
Sen nefret etmezsen,
Ve yine de insanlara tepeden bakmaz…
Ukalalık etmezsen:

Eğer düş kurabilir…
Ve düşlerinin tutsağı olmazsan,
Eğer düşünebilir…
Ve düşüncelerini ihtirasın haline getirmezsen;

Eğer hem Zafer’i hem de Felaket’i göğüsleyebilir
Ve bu iki sahtekâra da eşit davranabilirsen;

Eğer söylediğin gerçeklerin…
Üçkağıtçılar tarafından…
Aptalları tuzağa düşürmek için çarpıtıldığını…
Duymaya dayanabilirsen,
Ya da yaşamını adadığın eserler yıkıldığında…
İşe koyulup yıpranmış araç gereçlerinle,
Onları yeniden yaratabilirsen:

Bütün kazanımlarından bir yığın oluşturabilsen
Ve hepsini bir yazı-turayla riske atabilsen,
Ve kaybettiğinde yeniden baştan başlayabilsen
Ve kayıpların hakkında tek bir söz bile etmezsen;

Eğer yüreğini, beynini ve kaslarını…
Bütün yıpranmışlıklarından sonra bile
Yeniden dönüş için zorlayabiliyorsan,
Ve içinde, onlara “Dayan!” diyen…
İradenden başka hiçbir şey kalmamışken…
Dayanabiliyorsan

Eğer erdemlerini koruyarak kalabalıklara konuşabiliyorsan,
Ya da insanlığını unutmadan krallarla birlikte yürüyebiliyorsan,
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitebiliyorsa;
Eğer herkes sana güvenebiliyor ama yapamayacağın şeyleri beklemiyorsa,
Eğer sen acımasızca geçen her dakikanın her saniyesini…
Uzun bir maratonda gibi koşabilirsen,
İşte o zaman Dünya ve içindeki her şey senindir,
Ve daha önemlisi-sen artık Adam olmuşsundur oğlum!

Şimdiye kadar okuduğum en güçlü şiirlerden biri, seninle de paylaşmak istedim. Yazan Rudly Kipling‘e teşekkürler.